15 Şubat 2015 Pazar

Sempatisini Yitirmiş Beyaz

Gözümde beyazın sempatisini yitirdiği günleri yaşıyoruz.
İstanbul'da dört gözle beklediğimiz kara artık fazlası ile doyduk. Hatta öyle ki, uzun seneler görüşmesek, hatırlamayacağımız, aramayacağımız dost gibi olduk burda kendisiyle.

Geçen kış buraya geldiğimizde kar gördük zannetmiştik. 

Ta ki, bu sene, kar yağana kadar. Bu sene üst üste yağan karın ardından, geçen sene gördüğümüzün kar değil, "karcık" olduğunu anladık. 

Kar dolayısıyla günlerce okullar tatil oldu. Hatta, fırtınalı, yoğun yağışın olduğu bir gün sokağa çıkma yasağı konuldu. Sokağa çıkan 500 dolar ceza ödedi. Vali, belediye başkanı sürekli uyarılar yaptı, yapmaya da devam ediyorlar. Acil durum harici, yolların kullanılmaması, evlerden çıkılmaması adına. 

Her sabah güne, acaba, kaç inch (1 inch=2.54 cm) kar yağacak diye uyanır olduk. 

İstanbul'da, kar yağışı yoğun illeri haberlerde seyrederken "ahh şöyle bir kar buraya yağsa" diye temenni ederdim. 

Herhalde her kış yaptığım temennilerime bu kış karşılık geldi. 

Yıllardır burada yaşayanlar 15-20 yıldır böyle yoğun kar yağmadığını söylüyorlar. Bizim son kışımız ya, kar, bize unutulmaz bir veda yaşatmaya çalışıyor sanırım. 

İlk kar yağdığı günlerde (Kasım ayında), oğlum karı görür görmez heyecanla "hadi çıkalım, kar topu oynayalım, kardan adam yapalım" diye sabahın köründe hazırlanıp beklerdi. 

Sonraları bu heyecan debisi düşmeye başladı. Okula veya alışverişe gitmek için sokağa çıktıkça karla hemhal oldu. 

Artık ilgisini kar topu oynamak yerine, kocaman kar küreme motorları, kar kürekleri çekmeye başladı. Babası, her kar küremeye, arabayı temizlemeye çıktığında, çıkmak ister oldu.

Sonra baktı ki, bu kar bitmiyor. Her gün, her gün, her gün yağıyor. 

Ve bu karı küreme de bitmiyor...

Artık ilgisini onlar da çekmez oldu. 

Kar oğlumun gözündeki sempatisini de yitirdi, olağan bir durum haline gelerek.

Nasıl ki, doğuda Van'da, Erzurum'da, Sivas'da doğmuş, büyümüş bir çocuk, İstanbul boğazını ilk gördüğünde büyülenir, çarpılır ama İstanbul'a göç edipte yaşamaya başlayınca zamanla kanıksar ve büyü bozulur ya. İşte bizimde gözümüzde maalesef karın, o eşsiz beyazın büyüsü bozuldu. 

Artık yağması ile bizi neşeye, sevince boğan "a a kar yağıyor, hadi dışarı çıkalım, karın keyfini çıkaralım" diye konuşturan tebessüm sebebimiz değilsin...

Bizim için sis gibi, yağmur gibi sıradan bir hava durumu şeklisin "kar"...

Üzgünüm ama, özellikten genelliğe geçiş yaptın bizim gözümüzde...

Her gün yağarak, sürekli donarak bizi eve hapsederek, çocuğumun okulunun tatil edilmesine sebep olarak, eşimin sosyal hayatını baltalayarak, benim alış veriş zevkimi "hiç" ederek, bunu hak ettin sen...

Artık sempatik değilsin. 





9 Şubat 2015 Pazartesi

Çay, Üç Harf, Tek Hece ama Bir Çok İfade

"Bir çay demlesen de içsek" klasik cümlesidir Türk ailesinin.

Sabah kahvaltısı ile başlar çayın güne girişi...

Yataktan ilk kalkan elini, yüzünü yıkar yıkamaz koyar çayın suyunu.

Çaysız kahvaltı düşünülemez bizde. Sadece kahvaltı da mı?

Günün her saatinde her yerde çay içilebilir. Özel bir mekana, özel bir zamana ihtiyaç yoktur.

İş yerlerinde, devlet dairelerinde, okullarda akla gelebilen insanın olduğu çoğu yerde çaycılar vardır mesela. 

İki dost muhabbetinin üçüncüsüdür çay. 

Gün boyu nerede, kaç bardak çay tüketilirse tüketilsin, akşam evde, yemeğin arkasından yine bir çay demlenir içilir ailece. 

Çay; sıcaklık, muhabbet, sevgi, dostluk gibi bir çok duyguyu barındırır yanında. 

Mevsimi yoktur bizde çayın. Kışın için ısınsın diye içersin, yazın hararetini alsın diye...

Üretimi zor, tüketimi kolaydır. Çay üretimi bir çok aşamadan geçer. Tek tek toplanmasının ardından, soldurma, kıvırma, fermantasyon, kurutma, tasnif ve ambalajlama... Bunlar teknik bilgileri çayın. Bizim için bu bilgiler teferruata girer. 

Bizim için önemli olan, çayın iyi demlenmesi, yani tavşan kanı olması...

Efsaneye göre, çayın ilki 5.000 yıl önce, Çin İmparatoru Shen Nung'un hizmetlilerinden biri bahçede su kaynatırken içine bir yaprak düşer, bu yaprak kaynadıkça çok güzel bir koku yayılır. Kokusu ile imparatorun gönlüne giren çay, tadı ile gönüldeki yerini sabitler. 

Türkiye 1787'de tanışıyor çayla  ve yıl 2015, tam 228 yıldır hayatının her anında severek içiyor bu çayı...

Çay içebilmek için sebebe ihtiyacımız yoktur bizim. Çay her şeyle gider bizde. Kahvaltıda, börek-çörek yanında, kuru yemişin, kestanenin yanı başında emir eri gibidir çay. Her daim hazır ve nazır.

Bir de şeker vardır. Çay içilirken katılan, karıştırıp erimesinden zevk alınan. 

Çayda şeker muamma konusudur aslında. 

Kimine göre şekersiz çay yarım kalır, 
Kimine göre şeker çayın tadını alır,
Kimi dener dener alışamaz çayda şekere,
Kimi şekeri bırakmaya uğraşırken, çay içmekten olur neredeyse.

Çay, üç harf, tek hece ama bir çok ifade. 

Geçenlerde bir dostun profilinde okudum ve çayı özetler nitelikte geldi. Şu yazı:
Ne güzel demiş şair:

"Geleydin bi çay içimi,
Sen çay dökerdin,
Ben de içimi..."

İşte bizdeki çayın değeri.

İçimizi dökerken, sevincimizi paylaşırken, mutluyken, hüzünlüyken, yorgunken, dinlenirken, ders çalışırken, kitap okurken, muhabbet ederken ve hatta susarken her daim her an içebiliriz biz çayı.

Bizim, verdiğimiz değeri önemi gösteren bir teşbih hikayemiz bile vardır, çay içmekle ilgili. 

Çay içmeyi aileye benzetiriz biz hikayede. 

Çayın alt demliği "KAYNANADIR"
Sürekli kaynar durur. Hatta dikkat edilmezse taşabilir.

Üst demlik "GELİNDİR"
Alt demlik kaynadıkça onunda harareti artar. Ama zamanla da olgunlaşır ve demlenir....

“GELİNİN KOCASI” ise Bardaktır. Her iki çaydanlıktan da yeterince nasibini alır.
Biraz kaynana doldurur onu, biraz da gelin. Bu nedenle de
Denge unsurudur. Açık yada demli çayın hoşa gitmemesi bundandır...

"ÇOCUKLAR" çayın şekeridir, tat verir. Çok şeker çayın lezzetini bozar. Şekersiz
çaya alışanlara ise bir tanesi bile fazla gelir...

"GÖRÜMCE" ise çay kaşığıdır. Arada bir gelir karıştırıp gider...

"KAYINPEDER”e gelince... O da çay tabağıdır. Çayın demine, suyuna karışmaz bir
kenarda lök gibi oturur.
Sadece dökülenleri toplar ve çevreye zarar vermesini engeller. Ancak ara sıra
boşaltılması gerekir, yoksa taşıp her şeyi berbat edebilir.

"ÇAY SÜZGECİ" ailenin sahip olduğu değerlerdir. Aileyi dış müdahalelerden korur.
Delikler büyük olursa çayın tadı kaçar.

Suyu ısıtan "ATEŞ" ise hoşgörüdür.
O olmadan çay da olmaz.
KISACASI
Bir bardak çay "AİLEDİR" ve ağız tadıyla içilen bir bardak çayın üstüne yoktur...