Bazen bir şeyi okur geçersin, üzerinde düşünmeden, anlamadan sadece okursun. Okumuş olmak için...
Hiç bir şey anlamadan okuduğunu duymadan...
Belki de o anki ruh hali ile alakalı bir durumdur.
Hani bakmak farklı görmek farklı denilir ya. Onun gibi, okumakla, okuduğunu anlamak, okuduğunu duyumsamakta farklı bence...
Birazdan paylaşacağım hikayeyi daha öncede okumuştum ama bu sefer ki etkisi farklı oldu bende.
Bulunduğum yerle mi alakalı yoksa içinde bulunduğum zamanla mı ya da benim ruh halim belki de, üçü bir arada bilemiyorum ...
Sizinlede paylaşmak istedim.
İşte okuyupta geçemediklerimden:
Hiç bir şey anlamadan okuduğunu duymadan...
Belki de o anki ruh hali ile alakalı bir durumdur.
Hani bakmak farklı görmek farklı denilir ya. Onun gibi, okumakla, okuduğunu anlamak, okuduğunu duyumsamakta farklı bence...
Birazdan paylaşacağım hikayeyi daha öncede okumuştum ama bu sefer ki etkisi farklı oldu bende.
Bulunduğum yerle mi alakalı yoksa içinde bulunduğum zamanla mı ya da benim ruh halim belki de, üçü bir arada bilemiyorum ...
Sizinlede paylaşmak istedim.
İşte okuyupta geçemediklerimden:
Ne zaman; hayatında
bazı şeyler çekilmez hale gelirse, Ne zaman; yirmi dört saat kısa
gelmeye başlarsa, O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…
İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi:
"Bir
gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders
başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır.
Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından
öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…
Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.
Bunun
üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını,
kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki
boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup
dolmadığını sorar.
Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.
Profesör
bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu
yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının
aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar.
Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.
Profesör
bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır.
Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların
arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye
başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;
"Bu kavanoz sizin hayatınızdır.
Tenis
topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız,
sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar
hayatınızı doldurmaya yeter.
Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.
Kum
ise; diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet kavanoza önce kum doldurursanız;
Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.
Aynı
şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek
şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit
kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere
çevirin.
Çocuklarınızla oynayın.
Sağlığınıza dikkat edin.
Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.
Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
Gerisi hep kumdur…"
Bu
arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; "Hocam peki, o iki fincan
kahve nedir?" Profesör gülerek cevaplar; "Bu soruyu bekliyordum.
Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve
sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar zaman ayirin."