24 Kasım 2015 Salı

Gel abla gel pazara gel

Bu sabah yürüyerek geldim derse.Yürürken pazarın içinden geçtim.Sabah sabah içimde mutluluğa, yüzümde tebessüme sebep oldu pazar.

Kasa kasa meyveler, sebzeler...

Sabahın erken saatinde ekmek parası için teleşla çadır kurmaya çalışan pazarcı amcalar, abiler...

Bu kadın "deli mi durmuş pazarın ortasında neyi seyrediyor" demeyeceklerini  bilsem öylece durup dakikalarca seyredebilirdim pazarın o telaşlı  sabahını...


Oldum olası pazarın hengamesini, kendine has gürültüsünü sevmişimdir. Amerikadayken kardeşime her çarşamba günü "şimdi Türkiye de olsam hiç bişey yapamasak ta bir pazara çıkardık be Esra" derdim...

Çok şükür geldik ve çoğu zaman hiç ihtiyacımız olmasada pazarı bir turluyoruz ve ilginçtir ki her defasında alacak bir şeyler buluyoruz.

İlk büyük marketler açılmaya başladığında (hani şu hiper, süper olanlar) pazarların sonu geldi artık ordan kimse alışveriş yapmaz, markette herşeyi tek tek seçebiliyorsun ama pazar öyle mi pazarcılar üç şeyi seçtirse beşini seçtirmez gibi söylemler alıp başını gitmişti...

Haklılık payıda yok değildi asında. Malum pazarcı abilerimiz her bir şeyi seçtirmez, ellettirmezler. Seçebileceğiniz belli başlı şeyler vardır. Salatalık, havuç,elma,turp,kabak gibi sert olup ellendiğinde, karıştırıldığında bozulmasına etkisi olmayan şeyleri seçebilirsiniz. Domates, üzüm, şeftali gibi şeylere asla dokunamazsınız...

Bu da pazarın kanunlarından biridir. Çıktıysan pazara uyman gerekir pazarcının kanununa. Pazara çıkan da bu yazılı olmayan kanunları kabullenirde çıkar...

Belli bir düzen vardır tezgahların dizilişinde  önce göze hitap eder tezgahlar.Tek tek, renk renk dizilir herşey...

Hatta iki aynı rengin arasına bir farklı renk dizilir renk cümbüşü yaşansın diye...

Sarı elma, kırmızı elma sonra armut konulur, iki sarı arası fasl edilir kırmızı ile...

Hele o salata malzemeleri yok mu, bak bak al o renklere.Turuncu havuç, yanında kırmızı turp, turba komşu yeşillikler marul, göbek, tere, maydonoz, sapsarı limon baş tacı, her derdin ilacı.  Kayıtsız kalmak mümkün değil bu renklere.
Rabbimin bahşettiği nimetler ,nimetlerin renkleri muhteşem ne kadar şükretsek az.Sebzelerin de aşağı kalır yanı yok görsellikte. Mor patlıcanlar, yeşilimtrak kabaklar, itina ile sapları yukarı gelecek şekilde dizilirler hatta taze fasulyeleri bile tek tek dizen pazarcı abiyi gördüm. Ne sabır yahu ne sabır.

Çeşitli satış teknikleri geliştirenler de çoktur hele ki kıyfet satanların arasında...Tezgahın üzerine çıkıp Ramazan davulcusu edasında mani uydura uydura bağıranlar, sattıkları ürünleri katkat giyip dikkat çekenler...Önünden geçenleri adeta mecbur kılarlar o tezgaha bakmaya...

Ahmet Kemal iki-üç  yaşlarındayken  pazara gittiğimizde ince çorap satan bir genç çorabı kafasına geçirmiş bağırıyordu "herkese lazım kadına, erkeğe. Kadının ayağına, erkeğin tanınmak istemediğinde kafasına" diye. Ahmet Kemal çok korkmuştu yavrum kafasında siyah ince çorap geçirmiş pazarcı abiden...

Geçen hafta pazarda başka bi teknikle karşılaştım. Uzun yıllara dayanan pazar tecrübemde:) ilk defa gördüm bu tekniği... Bana hoş geldi. Şimdi şöyle ki, pazarda ki balıkçı amcam, meyve sebze satanlar gibi renkli bir tezgah oluşturamayınca tezgahı ilgi çeksin diye "göze" değilde "burna" hitabı denemiş ve önünde ki kalabalığa bakarsak ta bunu başarmış bence...

Pazarın balık satılan bölümünden geçerken mis gibi bir koku burnuma ulaştı. Aynı şu Eminönün`de ki balıkçı teknelerinin önünden geçerken ki gibi bir koku...

Herkes sağına soluna bakıyor koku nerden geliyor diye. Kokunun kaynağı, tezgahın arkasında ki küçük tüp üzerinde ki tavada cızır cızır kızaran hamsiler. 
Bu sayede tezgahın önü bayağı kalabalıktı.

Sadece yiyecekler değil pazarda satılanlar.Her tür kıyafette var. Kazaktan, eteğe, pantolondan, pijamaya, çocuk kıyafetlerine hatta pazarın civarında ki okulların kıyafetlerine kadar bir çok giyecek...

Fiyatları da mağazaların fiyatlarından %20-%30 daha ucuzu.Aynı marka, aynı renk, aynı model nasıl daha ucuza oluyor diye sorduğumda pazarcı abinin açıklaması beni ikna ediciydi. İşte o ikna edici cevap:Mal aynı mal, geliş fiyatıda aynı ama mağaza sahibi ödediği dükkan kirasını, su, elektirik faturasını , yanında çalışanların maaşını,sigortasını koyuyor fiyatın üzerine halbuki pazarcının hiç bir gideri yok malları dizdiği tahtaların kirasından başka...

Tahta kirası demişken aklıma geldi. O pazarda ki her bir şeyin dizildiği tahtalar ayrı bir sektör...O tahtalar pazardan bir gün önce getiriliyor, pazarın kurulacağı sokağın kaldırımlarında yerini alıyor. Çivisi çıkmış, ayağı kırılmış olanlar tamir ediliyor. Ertesi gün pazarın bitiminde de toplanıp kamyonetlere kaldırılıyor. Buda böyle bir dip not.

Pazarda daha onlarca çeşit ürün var. Geçenlerde elektrik süpürgesi torbamımı buldum mesela.

Saydıkça, aklıma geliyor, aklıma geldikçe yazıyorum, yazdıkça başka  şeyleride sayasım geliyor ve kendimi kısır bir döngü içinde buluyorum. Böylece yazıyı bitiremiyorum uzuyor uzuyor.

En iyisi sosyete pazarlarına, seyyar satıcılara, onları oradan oraya kovalayan zabıtalara, yankesicilere, pazarda bile kredi kartı geçen tezgahlara, "pazara bebek arabası ile gelinir mi hiç zaten kalabalık" diye söylene  söylene pazar arabasını milletin ayaklarının üzerinden geçire geçire giden teyzelere, o kalabalıkta komşusuyla kırk yıldır hiç görüşmemiş gibi karşılaştıklarında muhabbet etmeye çalışan hanım ablalara,homurdana homurdana gelmiş, annesinin poşetlerini taşımak mecburiyetinde bırakılmış gençlere ve aklıma gelen daha nice mevzulara girmeden bitireyim bir pazar klasiği ile mevzuyu;

Gel, gel, gel abla gel,pazara gell...

  

        

 

 





 





















17 Kasım 2015 Salı

Tüyap 2015

Pazar günü Tüyap`taydık. İki sene aradan sonra iki çocukla Tüyap muhteşemdi...

Sabahın erken saatlerinde yola çıktık.Kalabalıklara karışmadan fuara ulaşalım sakin sakin gezebilelim diye. Saat 10:00 da açılan fuara 10:15 te ulaşmıştık. Bizim gibi düşünen yüzlerce insanın olduğunu araba park yeri ararken fark ettik.

Fuara giriş 5 tl . öğrenciye, öğretmene, emekliye ise bedava. Bir sürü salon, her salonda onlarca stant, yüzlerce kitap var.

İnsan kendini kaybediyor, nereye bakacağını hangi kitabı bağrına basacağını şaşırıyor.

Dört birey olarak gidince durum daha da zorlaşıyor. Herkes kendi ilgi alanına yönelmek istiyor.

Eşim ekonomi, siyaset, finans ağırlıklı kitaplara,oğlum dinozorların kurbağaların hayatlarını anlatan hikaye kitaplarına,ben ise anne- çocuk, karı-koca, kardeşler arası diyologla ilgili yazılmış iletişim kitaplarına, minik kızçe ise dışı kapağı cazibeli renkli olan her türlü kitaba yöneldi...

Tabii ki öncelik okumayı yeni yeni hızlandıran sevmesi için elimizden geleni yapmaya hazır ve nazır olduğumuz Ahmet Kemal`indi.

Fuara girdiğimize ilk gözümüze ilişen stanttaki küçük prens afişleri oldu. Geçtiğimiz haftalarda filmine gitmiş olan Ahmet Kemal'in hemen dikkatini çekti. Dakikalarca küçük prens kitabını ve afişlerini inceledik. Hepsini almak isteyen oğluma zorda olsa da, önce fuarı gezip çıkarken beğendiği kitapları alma fikrini kabul ettirdik. Elimizde bir sürü kitapla dolaşmamış oluruz diye düşünmüştük.

İkna edilebilir Ahmet Kemal kitabı bıraktı bırakmasına ama Vera'yı ikna etmek o kadar kolay olmadı. Kendisini her baktığımız kitabı almak zorunda hisseden kızçem bağıra çağıra fuarı birbirine kattı kitabı geri bıraktık diye.

Fuar boyunca boyunun yettiği her stanttan kitap alıp bebek arabasına doldurdu. Her kitabı "menim menim" diye sahiplendi. Benim görevim Vera'nın ilgisini dağıtmak, eşimin göreviyse Vera'nın bebek arabasına doldurduğu kitapları çaktırmadan stantlarına geri yerleştirmekti.

Neyse ki fuardaki kitapçı ablalar, abiler bize tanıtım broşürlerini vererek dikkat dağıtma operasyonumuza katkıda bulundular.

Kitapları, dergileri, zeka oyunlarını barındıran binbir çeşit standın her birini gezmek, dokunmak, incelemek istesek de, bu çok kolay olmuyor, tabii ki çocuklarla.

Koskocaman fuarda, koskoca üç buçuk saat içinde kendime sadece bir kitap alabildim. O da, blogunu takip ettiğim, o gün orada da kitap imzalamak için bulunacak olduğunu bildiğim Şermin ÇARKACI'nın kitabı "Oyuncu Anne". 

Şermin Hanım ile tanıştım, kitabını imzalattım, fuarın ilk saatleri olması sebebiyle sakinlikten yararlanıp bir hayli sohbet ettik

Aynı yazıları gibi, sıcak, güler yüzlü, sempatik, insancıl bir hanım. 

Eşimin fuar kazancı ise, muhteşem bir tarih dergisi olan Yedi Kıta ile güncel takip edilmesi zevkli İnsan ve Hayat dergisi aboneliği oldu.

Toplamda bunlar 30 dakikamızı almış olsa, geriye kalan üç saat Ahmet Kemal ve Zeynep Vera'nındı. Üç saat boyunca çeşitli kitaplar alan Ahmet Kemal'in ilk imzalı kitabı da bu fuarda oldu. Başta biraz çekinse de sonrasında gidip muhabbet edip kitabı imzalatabildi. Hatta kendini aşıp fotoğraf bile çektirdi Mr. David SIMPSON'la. The Angry Crocodile Ahmet'in ilk imzalı kitabı olarak kütüphanemizde yerini aldı.

Vera'nın çok yorulup, yorgunluktan fuarın orta yerine oturması, hatta oturmayı aşıp yatmaya kalkışması, Ahmet Kemal'in aldığı kitapları fuarın içinde tek tek okumaya çalışması neticesinde fuar gezimizi sonlandırmak zorunda kaldık. 

Zorunda kaldık diyorum çün beni bıraksanız aç susuz akşama kadar stant stant gezebilirdim. 

Çıkışa doğru emin adımlarla ilerlerken eşimin yeterli kitap aldığımız düşüncesi ile Küçük Prens standını es geçmeye çalışması tabii ki Ahmet Kemal tarafından farkedildi ve Kücük Prens günün son kitabı olarak çantada yerini aldı.

Ve böylece bu seneki Tüyap Kitap Fuarı mecaramızı bitirmiş olduk.

Yıllar önce babamla fuara gidip, elimiz kolumuz kitaplarla dolu olarak arabamıza bindiğimizdeki mutluluğumun tam olarak aynısını oğlumun yüzünde görmenin huzuru ile bindim arabamıza.  

 Ve şükrettim rabbime.

Kitabı seven bir babam,
Kitabı seven bir eşim,
Ve kitabı seven bir oğlum olduğu in...
(Darısı kızımın başına, gerçi şimdilik o da fena sayılmaz)