Bu sabah yürüyerek geldim derse.Yürürken pazarın içinden geçtim.Sabah sabah içimde mutluluğa, yüzümde tebessüme sebep oldu pazar.
Kasa kasa meyveler, sebzeler...
Sabahın erken saatinde ekmek parası için teleşla çadır kurmaya çalışan pazarcı amcalar, abiler...
Bu kadın "deli mi durmuş pazarın ortasında neyi seyrediyor" demeyeceklerini bilsem öylece durup dakikalarca seyredebilirdim pazarın o telaşlı sabahını...
Oldum olası pazarın hengamesini, kendine has gürültüsünü sevmişimdir. Amerikadayken kardeşime her çarşamba günü "şimdi Türkiye de olsam hiç bişey yapamasak ta bir pazara çıkardık be Esra" derdim...
Çok şükür geldik ve çoğu zaman hiç ihtiyacımız olmasada pazarı bir turluyoruz ve ilginçtir ki her defasında alacak bir şeyler buluyoruz.
İlk büyük marketler açılmaya başladığında (hani şu hiper, süper olanlar) pazarların sonu geldi artık ordan kimse alışveriş yapmaz, markette herşeyi tek tek seçebiliyorsun ama pazar öyle mi pazarcılar üç şeyi seçtirse beşini seçtirmez gibi söylemler alıp başını gitmişti...
Haklılık payıda yok değildi asında. Malum pazarcı abilerimiz her bir şeyi seçtirmez, ellettirmezler. Seçebileceğiniz belli başlı şeyler vardır. Salatalık, havuç,elma,turp,kabak gibi sert olup ellendiğinde, karıştırıldığında bozulmasına etkisi olmayan şeyleri seçebilirsiniz. Domates, üzüm, şeftali gibi şeylere asla dokunamazsınız...
Bu da pazarın kanunlarından biridir. Çıktıysan pazara uyman gerekir pazarcının kanununa. Pazara çıkan da bu yazılı olmayan kanunları kabullenirde çıkar...
Belli bir düzen vardır tezgahların dizilişinde önce göze hitap eder tezgahlar.Tek tek, renk renk dizilir herşey...
Hatta iki aynı rengin arasına bir farklı renk dizilir renk cümbüşü yaşansın diye...
Sarı elma, kırmızı elma sonra armut konulur, iki sarı arası fasl edilir kırmızı ile...
Hele o salata malzemeleri yok mu, bak bak al o renklere.Turuncu havuç, yanında kırmızı turp, turba komşu yeşillikler marul, göbek, tere, maydonoz, sapsarı limon baş tacı, her derdin ilacı. Kayıtsız kalmak mümkün değil bu renklere.
Rabbimin bahşettiği nimetler ,nimetlerin renkleri muhteşem ne kadar şükretsek az.Sebzelerin de aşağı kalır yanı yok görsellikte. Mor patlıcanlar, yeşilimtrak kabaklar, itina ile sapları yukarı gelecek şekilde dizilirler hatta taze fasulyeleri bile tek tek dizen pazarcı abiyi gördüm. Ne sabır yahu ne sabır.
Çeşitli satış teknikleri geliştirenler de çoktur hele ki kıyfet satanların arasında...Tezgahın üzerine çıkıp Ramazan davulcusu edasında mani uydura uydura bağıranlar, sattıkları ürünleri katkat giyip dikkat çekenler...Önünden geçenleri adeta mecbur kılarlar o tezgaha bakmaya...
Ahmet Kemal iki-üç yaşlarındayken pazara gittiğimizde ince çorap satan bir genç çorabı kafasına geçirmiş bağırıyordu "herkese lazım kadına, erkeğe. Kadının ayağına, erkeğin tanınmak istemediğinde kafasına" diye. Ahmet Kemal çok korkmuştu yavrum kafasında siyah ince çorap geçirmiş pazarcı abiden...
Geçen hafta pazarda başka bi teknikle karşılaştım. Uzun yıllara dayanan pazar tecrübemde:) ilk defa gördüm bu tekniği... Bana hoş geldi. Şimdi şöyle ki, pazarda ki balıkçı amcam, meyve sebze satanlar gibi renkli bir tezgah oluşturamayınca tezgahı ilgi çeksin diye "göze" değilde "burna" hitabı denemiş ve önünde ki kalabalığa bakarsak ta bunu başarmış bence...
Pazarın balık satılan bölümünden geçerken mis gibi bir koku burnuma ulaştı. Aynı şu Eminönün`de ki balıkçı teknelerinin önünden geçerken ki gibi bir koku...
Herkes sağına soluna bakıyor koku nerden geliyor diye. Kokunun kaynağı, tezgahın arkasında ki küçük tüp üzerinde ki tavada cızır cızır kızaran hamsiler.
Bu sayede tezgahın önü bayağı kalabalıktı.
Sadece yiyecekler değil pazarda satılanlar.Her tür kıyafette var. Kazaktan, eteğe, pantolondan, pijamaya, çocuk kıyafetlerine hatta pazarın civarında ki okulların kıyafetlerine kadar bir çok giyecek...
Fiyatları da mağazaların fiyatlarından %20-%30 daha ucuzu.Aynı marka, aynı renk, aynı model nasıl daha ucuza oluyor diye sorduğumda pazarcı abinin açıklaması beni ikna ediciydi. İşte o ikna edici cevap:Mal aynı mal, geliş fiyatıda aynı ama mağaza sahibi ödediği dükkan kirasını, su, elektirik faturasını , yanında çalışanların maaşını,sigortasını koyuyor fiyatın üzerine halbuki pazarcının hiç bir gideri yok malları dizdiği tahtaların kirasından başka...
Tahta kirası demişken aklıma geldi. O pazarda ki her bir şeyin dizildiği tahtalar ayrı bir sektör...O tahtalar pazardan bir gün önce getiriliyor, pazarın kurulacağı sokağın kaldırımlarında yerini alıyor. Çivisi çıkmış, ayağı kırılmış olanlar tamir ediliyor. Ertesi gün pazarın bitiminde de toplanıp kamyonetlere kaldırılıyor. Buda böyle bir dip not.
Pazarda daha onlarca çeşit ürün var. Geçenlerde elektrik süpürgesi torbamımı buldum mesela.
Saydıkça, aklıma geliyor, aklıma geldikçe yazıyorum, yazdıkça başka şeyleride sayasım geliyor ve kendimi kısır bir döngü içinde buluyorum. Böylece yazıyı bitiremiyorum uzuyor uzuyor.
En iyisi sosyete pazarlarına, seyyar satıcılara, onları oradan oraya kovalayan zabıtalara, yankesicilere, pazarda bile kredi kartı geçen tezgahlara, "pazara bebek arabası ile gelinir mi hiç zaten kalabalık" diye söylene söylene pazar arabasını milletin ayaklarının üzerinden geçire geçire giden teyzelere, o kalabalıkta komşusuyla kırk yıldır hiç görüşmemiş gibi karşılaştıklarında muhabbet etmeye çalışan hanım ablalara,homurdana homurdana gelmiş, annesinin poşetlerini taşımak mecburiyetinde bırakılmış gençlere ve aklıma gelen daha nice mevzulara girmeden bitireyim bir pazar klasiği ile mevzuyu;
Gel, gel, gel abla gel,pazara gell...
Şimdi aklıma ne geldi ,ben yenı yurttan cıkmışım halam beni pazara goturdu.Arkamdan bırı hişşt dıye seslendı bende dondum banamı dıye pazarcıymış. Bır daha bır daha en sonunda annen kızıpdemişti ki her hişşt dıyene bakma onlar oyle muşterı cekmeye calısıyor dıye ay ne guldum şimdi saflıgıma:))
YanıtlaSilAyy hakikaten komikmiş abla:):)
YanıtlaSil