Örgü örmek denilince insanın aklına gözünün önüne gelen manzara yaşlı bir teyze gözünde yakın gözlüğü önünde rengarenk yünlerle sallanan sandalyesine oturmuş torununa kazak, çocuğuna atkı ya da bir komşunun bebeğine yelek örüyor.
Arkadaşlarımdan bazıları Amerika'ya gelirken bana örgü ör vakit geçer dediklerinde tam da gözümde yukarıdaki tarifteki teyze canlanmıştı. Gülüp geçmiştim, örgü ve ben yok ya o kadar da değil dedim.
Örgü örmek, yünler, yumaklar, şişler hiç bana göre değil-değildi.
Kara kışın ortasında geldiğimiz Amerika'da oturmaya gittiğim bir evde klasik sorular yeni gelene sorulan; iyi niyetli ama bezdirici.
Alıştınız mı?
Sevdiniz mi?
Çocuk nasıl, uyum sağladı mı?
Uzayıp giden sorular, sorular...
Cevaplarken ne kadar bunaldığımı, daraldığımı anlayan bir teyze, hemen ev sahibinden şiş ve yumak istedi. Bana dönüp, şimdi dünyanın en kolay örgüsünü öğreteceğim. Sıkılmana, bunalmana derman olacak dedi.
Bense, inanmaz tavırla, başımdan savmak için, şiş kullanamıyorum ama tığ kullanmayı biliyorum dedim.
Olsun dedi pes etmeyen teyzem bu örgü kalın uçlu tığla da olur. Şiş büyüklüğünde tığlar var. Onlardan alırız bir güzel örersin.
Bana orada kalın tığ ile şiş örgüsünü öğretti. Ev sahibinden aldığım küçük yumak ve tığ ile üç dört gün uğraştım. Uğraştıkça, hakikaten vaktin geçtiğini fark ettim. El bezi büyüklüğünde bir şey ördüm.
Bir başka gün arkadaşlarla otururken el bezimi gururla sergiye çıkardım. Aldığım pozitif yorumlarla hevesim iyice arttı. Bu seferde evinde bulunduğumuz hanım, başka bir yumak verdi. Ben onunla da lif örüp, "ustalık eserime" başlamaya hak kazandım.
Kar yağışının azıcık dindiği bir akşam buralı bir arkadaşla yün ve şişlerin satıldığı dükkanda aldık soluğu.
O zaman daha cinsiyeti belli olmayan bebeğim için yeşil, krem ip aldım. Ama gönlüm üçüncü renk olarak pembeye gidiyordu. Sarı mı, eflatun mu, pembe mi derken pembe alıp, erkek olursa eflatunla değiştirmeye karar verdim.
Elimde iplerim ve kocaman, kalın gagalı diye tarif edilen tığın büyüğü şişim ile o gece başladım örmeye.
Otuz zincir çekilip üstünü başa gidip gelmek suretiyle otuza tamamlayıp kareler elde ediliyor. Sonra bu kareler üç rengin yan yana alt alta gelmemesine özen gösterilerek birleştiriliyor. On yedi krem, on altı yeşil, on altı pembe kareler ördüm. Toplamda oluşan 49 kare birbirine eklenince kocaman bir battaniye oldu.
Ve ben şunu fark ettim ki, bir şeyler üretmek genci, yaşlısı herkesi mutlu ediyor. İnsan mutlu olarak oyalanacak bir şey buluyor.
Ipadden, bilgisayardan, TV'den, telefondan ayrı geçirdiği verimli bir anın olmasından gurur duyuyor, bitip de gururuna mutluluk eklendiğinde, insan kendisini Selimiye'yi inşa eden Mimar Sinan gibi zannediyor! Ustalık eserine bakmaya doyamıyor.
Tevekkeli değil, yaşlılar bu tadın farkında olduğundan gençlerin babaanne, anneanne uğraşmaya değmez şimdi bu atkıların, kazakların yüzlerce çeşidi var, sözlerine alaylı gülümsemeleri ile cevap vermeye tenezzül bile etmiyorlar. Kafalarını, ah geçlik ah diye diye sallayıp, devam ediyorlar bu lezzete.
Ben de tattıktan sonra bu lezzeti, hak verdim anneannelere, babaannelere...
Boş vakti olanlara şiddetle önerilir.