8 Haziran 2014 Pazar

Bu Oyuncaklar Kimin?

Kara kışın ardından hiç gelmeyecekmiş gibi görünen baharın gelmesi ile kendimizi dışarılara attık. Dile kolay üç aydır kardan başka bir şey göremiyor, her ne kadar kar küreme  araçları yolları açsa da yolda kalırız endişesi ile on, on beş dakikalık mesafeden uzağa gidemiyorduk. Hayatımda hiç bu kadar kar görmemiştim. 

Çevremizdekiler buradaki hayvanat bahçelerinin, parklarının ve nehirlerinden güzelliğinden ve müzelerinin ilginçliğinden bahsedip, hadi üzülmeyin kıştan sonra bahar var, bak neler görecesiniz cümleleri ile moral veriyorlardı. 

Biz de baharın gelmesi ile önümüzdeki seçeneklerden oğlumun baskısı ve ayı görme merakı ile hayvanat bahçesini seçtik. Sabah erkenden çıktığımız yolda oğlumun ne zaman geleceğiz, geldik mi soruları ile yeterince bunaldık. Bir de üzerine o saatte dakikalarca sıra bekledik. Sırtında kocaman kamp çantası olan öğretmenlerin (bir iki saat sonra o çantalarında öğrencilerin yemeklerini ve sularını taşıdıklarını öğrendik) ana okulu öğrencilerinin peşinde bıkmadan usanmadan koşturmalarını izleyip, oğlumun bize ne zaman bize sıra gelecek ne zaman içeri gireceğiz soruları arasında  sırayı bitirip içeri girebildik. 

İçerde Amerika'nın çeşitli yerlerinden getirilmiş onlarca hayvan. Hangisini görmeye gitsek oğlum "ee bu da ayı değil, hani ayı nerede" deyip başka kafese koşturuyordu, biz de peşinde. Halimiz harap biz bitap. 

Hayvanat bahçesi çok güzel dizayn edilmiş, hayvanların doğadaki yaşam alanlarına yakın bir yer oluşturulmuş, her hayvana ait özel bilgiler verilmiş. (Mesela Meksika kurdunun kuyruğunun dik olması halinde "patron benim" demek istediğini, bacakları arasında sıkıştırmışsa "patron sensin" demek istediğini ve serbestse "hayat güzel bana ilişmeyin" demek istediğini öğrendik). 

Ama ne kadar mükemmel olabilir ki, kafeslerin arkasındaki kaplanlara, minnacık cam bölmelere sıkıştırılmış yılanlara haksızlık geldi, tutsak olmaları. Hele ki üstü tel örgülü, gökyüzünde süzülmeye hasret görkemli kartalın bir ağacın dalında melûl bakan gözleri hüzünlendirdi beni. Ama bu hüznüm eşime ve oğluma "dal sarkar, kartal kalkar, kartal kalkar, dal sarkar" tekerlemesini söyletmeye çalışmama mani olmadı


 


 


 


Ayıyı görme umuduyla kocaman bir alanı gezdik, maalesef ayının olmadığını öğrendik. Anında oğlumun gözünde büyüsünü yitirdi hayvanat bahçesi. Parka gidelim diye tutturdu. Çocuğumuzu mutlu etme operasyonunun başarısız olması ile park aramaya başladık. 

Neyse ki hayvanat bahçesinin tam karşısında kocaman ağaçların arasında kocaman bir park vardı. Sırada beraber beklediğimiz ana okulu öğrencileri de hayvanat bahçesinden çıkıp soluğu parkta aldılar. (Onlarda mı ayı görmeye gelmişti de bulamayınca kendilerini parka attılar bilemiyorum.:)). Parkta sallanan atlar, arabalar, tünel gibi kayaklar, salıncaklar ve kocaman bir kum havuzu. 

Çocuklar etrafa dağıldı, park bir anda cıvıl cıvıl çocuk sesleri ile doldu. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun dünyanın her yerinde çocuk kahkahası aynı. Çocuklar kumdan kaleler yaptılar, kepçe ile kamyonlara kum doldurdular.

Ben, ne güzel öğretmenler geziye getirmiş, o kadar yiyecek, içecekle beraber bir de çocukların oyuncaklarını taşımışlar diye düşünürken, sürenin bittiğini söyleyen öğretmen, öğrencileri sıraya soktu ve okul otobüsüne götürdü. 

Peki ilgimi çeken ne miydi. 

O oyuncakların hepsi kum havuzunda kaldı.

Hiç biri hiç bir çocuğa ait değildi, ya da hepsi her çocuğa aitti. 

O herkese açık parkta onlarca oyuncak gelip kendisi ile oynayacak başka çocuklara bırakıldı...













1 yorum: